18. yüzyıl ortalarına kadar Adıge-Rus münasebetleri
Adıgelerin Rusya ile ilişkilerinin, Çar (Korkunç) İvan Vasileviç'in Kabardey Beylerinden Temruko İdar'ın kızı Mariye ile evlenmesiyle başladığını söyleyebiliriz. Olayla ilgili 29 Temmuz 1567 tarihli belge bu ilişkinin en eski belgesi sayılabilir (Persov, 1957: 7).
Kabile olarak Rusya ile ilk ilişki kuran yine Kabardeyler olmuştur. 4 Mart 1711 tarihli belge, Çar I. Petro'nun Kabardeyleri himayesine aldığından ve onları dış düşmanlara karşı koruyacağından söz etmektedir (Persov, 3). Ancak Kabardeyler böyle bir himayeyi ret ederek, 1859'da İmam Şamil'in teslim olmasından sonra bile savaşa devam etmişlerdir.
Adıgelerin Ruslarla yakın ilişkiye geçmeleri 18. Asır başlarına rastlamaktadır. 29 Mayıs 1714'te I. Petro, Hive'ye askeri bir keşif kolu gönderilmesi talimatını vermişti. Bu keşif kolunun yönetimini, kendisinin mürebbisi olan Boris Aleksandroviç Galintsev'in kızı ile evli bulunan ve Hıristiyan olan Prens Aleksander Bekoviç Çerkeskiy'e (asıl adı Davlat Kisden Mirza olup Kabardinli bir Müslüman idi) verdi. Çerkeskiy, 1713'ten beri I. Petro'nun "şark meselesi" danışmanı idi. 28 Eylül 1714'te bu keşif kolu 1900 asker ile Oksus (Amu Derya) istikametinde harekete geçirildi (Hayit, 1995: 45-47).
Nalçikli etnograf A. Ğut'un belirttiğine göre Rusya'nın Kafkasya'ya 1825'ten önce müdahalesi vaki değildir.
Adıge - Rus münasebetleri konusunda Sovyet Bilimler Akademisi'nin '16-17. Yüzyıllarda Kabardey-Rus Münasebetleri' adıyla iki cilt halinde yayınlamış olduğu eser yanında ilk cildini 1998 yılında yayınladığı '16-19. Yüzyıllarda Rusya ve Kuzey Kafkasya' adlı eser kayda değer çalışmalardır (Rossiya, 1998: 101-196).
Kafkas-Rus savaşları ve Rusların Adıge topraklarını istila ederek ilhakı
Kafkas halklarının Rusya ile ilişkilerinin tarihi, emperyalist zalim bir devasa gücün işgal ve sömürge girişimlerine karşı kahramanca direnen vatanperver mazlum halkların dağınık ama cansiperane mücadelesinin tarihidir.
Kafkasya'da uygulanan kıyım ve katliamı yazmaktan kalem bile imtina ediyor. Jan Carol şöyle der: Rusya'nın Kafkasya'yı işgali, çağdaş dünyamızdaki en iğrenç vahşet tablolarını oluşturmaktadır. Rusya Kafkasyalıların mukavemetini kırıp onlara boyun eğdirebilmek için dehşet ve vahşet dolu 60 askeri yıla ihtiyaç duymuştur (Berzec, 1986: 79).
Kafkasya'yı ele geçirmek, Ruslara çok pahalıya mal olmuştur (Baytugan, 1998: 9 -10). Avrupalı bir gözlemcinin ifadesiyle 'Kafkas cephesi Rus ordusuna mezar oldu. Ruslar ortalama her yedi yılda 120 bin askerini burada ölü bırakıyordu. Katerina'nın tahta geçtiği 1765'den 1864 yılı sonuna dek Ruslar Kafkasya'da bir buçuk milyon askerini gömmüştür. (Berzec, 1986: 46).
Siyaset ve askeriye alanlarındaki yazılarıyla tanınan Rus generali Fadeyev Kafkasya'daki milli mücadele karşısında düştükleri aczi şu cümleleriyle özetliyordu: '... Mısır'dan Japonya'ya kadar bütün kıtayı bozguna uğratabilecek bir durumda olan bu savaşçı, tecrübeli, her şeye hazır 280.000 kişilik ordu, Kafkasyalıların düşmanca bağımsızlık hareketleriyle Avrupa siyaset terazisinde sıfıra indirilmişti...' (Baytugan, 1998: .
Özellikle Şapsığ ve Natuhaç eyaletleri 'Avrupa'nın en modern savaş tekniklerine sahip ve Avrupa imparatorlukları içinde en despot, en büyük ve en vicdansız olanının bütün gücüne, enerjisine ve hilelerine karşı tek başlarına direnmiş bulunuyor idi.' (Bell, 1998: 96).
A.İ. Gertsin'in tespitine göre Rus çarları Kafkasya'yı sıcak Sibirya sanıyorlardı. Bu sebeple sürgünleri oraya gönderiyorlardı. Dubralubov'un kaydettiğine göre çarın adamları Kafkas halkının örf ve inancını hiç kaale almadan kendi görüşlerini baskıyla kabul ettirmeye çalışıyorlardı (Kumıkov, 1996: 13).
Rusların hiçbir medeni ilke ve insani kaygı gözetmeden dört asır boyunca sürdürdüğü işgal hareketinin Doğu Kafkasya'da 1859'da, Batı Kafkasya'da 1864'te bir milletin tükenmesi pahasına neticeye ulaşmasından sonra, insanlık tarihinin kütlesel sürgünü yaşandı. 'Çekip gitme, aksi takdirde esir muamelesi görme' dayatması karşısında, bir imkân bulabilen hemen tüm Çerkesler, çok zor şartlar altında Osmanlı Devleti'ne doğru hareket etti. Yedi bin yıldır yaşadıkları canlarından çok sevdikleri aziz vatanlarını büyük acılar içerisinde terk etmek mecburiyetinde bırakılan 3 milyon insandan 1 milyonu Rus hakimiyeti altında bulunan topraklara dağılırken 2 milyonu da halifenin hükümranlığı altındaki topraklara varmak niyetiyle yola çıktı. İskân edilecekleri yerlere ulaşabilenler 1 milyon kadar idi. Diğerleri yollarda telef oldu. Geniş Osmanlı coğrafyasında belli bir planla yerleştirilen muhacirlerin önemli bir kısmı da, uygunsuz şartlara uyum sağlayamadan hayata veda etti. Vatanı terk etmeyen ve edemeyenlerin ise daha çekecek çok çilesi vardı.
General İsmail Berkok'un Tarihte Kafkasya adlı eseri, Kafkas - Rus savaşları konusunda müracaat edilebilecek en zengin ve en muteber eserlerin başında gelmektedir.
Adıgelerin 19. yy. başına kadar Kırım Hanları ile münasebetleri
İlk dönemlerde Adıge beyleri ile Kırım hanları arasında bir takım sürtüşmeler olmuştur. 'Kırım hanları Adıge kabilelerini sık sık rahatsız ediyordu.' (Şaguc, 1322: 2a). Ancak, Adıgeler, Osmanlı Devleti'nin, 1475'te fethettiği Kırım üzerinden ve Karadeniz sahilinden gelen tesiriyle İslam dini ile müşerref olduktan sonra Kırım ile karşılıklı münasebetlerinde müspet gelişmeler kaydedilmiştir. Çerkes beyleri çocuklarını Kırım hanlarına eğitilmek üzere 'p'ur' (atalık) verirken, aynı şekilde Kırım hanları da Adıge beylerine çocuklarını 'atalık' vermişlerdir. Ne var ki bu sıcak ilişkileri kendi işgal politikaları açısından olumsuz gören Ruslar, bu konuda yanlı değerlendirmeler yapmışlardır. Meselâ, Kuzey Kafkas Halkları Tarihi adlı eser konuyu şu şekilde ele almaktadır: "Osmanlı Padişahlarının Kırım Hanları üzerinde hakimiyet kurmaları Adıgeler başta olmak üzere Kafkas halklarına zarar vermiştir. 1590'larda Kırım Hanı Mengi Girey Adıgelere baskın yapmak istedi. Osmanlı ve Tatar tarihleri Adıgeleri ele geçirdiğini söylüyorsa da Adıgeler onun hakimiyeti altına girmemek için mütemadiyen savaşmışlardır." (Naroçnitskiy, 1988: 1/270).
1569'da Osmanlı Devleti'nin, Kırım Valisi Çerkes asıllı Kasım Paşa eliyle Astrahan'a sefer düzenlemeye girişmesi esnasında, valinin adam ve mal desteği talebini Çerkes Beylerinin yedisinin birden reddetmesi (BOA, Mühimme 7/997), Kafkasya'nın Kırım ile münasebetlerinin ilk temaslar esnasındaki mahiyetini açıkça ortaya koymaktadır.
Kafkasya'nın komşu ülkelerle münasebetleri
Kafkasyalıların 18. Asırda Mavera-yı Kafkas ile münasebetleri artmaya başlamıştı. Gürcü askeri yolu başlıca ulaşım kanalıydı. Azerbaycan sınırında hayvan ve emtia ticareti sebebiyle sık temasları olurdu. Kızlar ve Mezdog kaleleri ticaret merkezi haline gelmişti. Kuzey Kafkasya'ya çok fazla Rus gelmeye başladı. Bu da Kafkasyalıların 'Zakavkaz' (Kafkasötesi) ile ticari ilişkilerini arttırdı. Rus emtiası çoğalmaya başlamıştı...
Kabardey, Osetya ve Gürcistan arasında politik münasebetler vardı. Gürcü Padişahı G. Vakhtanik, Kabardey Pşısı Taw Sultan'ın kızıyla evlenmişti. Abhaz dağlı kabilelerinden Marşaniye Büyük Kabardey'e bağlanmıştı. Kabardey Beyine danışarak politika yürütüyordu.
Kartli ile Kakheti padişahları Kafkas savaşçılarını gayr-ı Kafkas komşu hanlarıyla savaşırken yardıma çağırırlardı. Karşılıklı göçler olmuştur. Meselâ, bir çok Asetin, Vaynah, Balkar ve Karaçay gruplar Gürcü dağlarına göçmüştü. Çok sayıda Ermeni ve Gürcü (Merkezi) Kafkas'a gelmişti (Naroçnitskiy, 1988: 1/404-405).
Çerkeslerin Dağıstan'la münasebeti konusunda İmam Şamil'in sır kâtibi Karahî şunları kaydeder: 'Çerkezistan ahalisi mukaddema Şeyh Şamil'e davetnameler gönderip memleketlerine gelmesini rica etmişlerdi. 1262 senesinde Şamil 7 büyük top, alet edevat ve mühimmatla beraber süvari ve piyade askerini alıp Çerkes hududunu tefrik eyleyen Terek Nehrini geçti. Bir müddet oralarda ikamet ve ahalisine va'z u nasihat etme fikrinde idi. Lâkin o havalinin ihtiyaç anında barınacak bir dağı, bir tepesi, bir ormanı olmadığını görünce geldiğine pişman oldu. Ba'dehu Gabrati (Kabartay) taifesinin yardımına gitti. Onlar da gelip Şamil'e bey'at ettiler. Ehl u ıyallerini ulaşılması zor ve müstahkem bir mevkie nakl eylediler. İçlerinden bazıları üzerlerine naib nasb olundu. Birkaç gün sonra keşşaf süvarilerinden biri gelip avdet edilmesi lüzumunu bildirdi. Şamil de güneşin gurûbunu müteakip hareket emrini verdi. (Karahi, 166)'
Batı Kafkasya'nın Avrupa ülkeleriyle münasebetleri
Batı Kafkas kabilelerinin Avrupalılarla münasebetleri, milat öncesinde Greklerin Kuzeybatı Karadeniz sahillerinde önce ticaret, akabinde kolonizasyon faaliyetlerine girişmelerine kadar geriye götürülebilir. Onların ardından aynı konumda Cenevizlileri görmekteyiz.
15. asırda Karadeniz sahilinde yaşayan Çerkesler Cenevizlilere vergi vermemeye ve tüccarlara baskın düzenlemeye başlamışlardı. Sıkça ayaklanmalar baş gösteriyordu. Daha sonra Osmanlılar Ceneviz kolonilerini dağıtmıştır (Naroçnitskiy, 1988: 1/269).
14-15. Asırlarda Kuzeybatı Kafkasya'da Sıvastopol-Sohum arasında 39 Ceneviz kolonisi vardı. Psıj'ın sağında ve Anapa civarında Rum kolonileri vardı. İtalyan kolonileri arasında Cenevizliler azdı. Bunların Kafkas halklarıyla ticari bağlantıları vardı. Satın aldıkları köleler daha çok Tatar, Adıge, Abhaz, Dağıstan vd. kavimlerden idi. Daha çok Müslüman ülkelere (meselâ Mısır'a) götürülür, orduda istihdam edilirlerdi. İtalya'ya, Kırım'a ve diğer Avrupa ülkelerine de götürüldü. Cenevizler kanalıyla bir nebze Avrupa kültürü Kafkas halklarına geçmiş ama, köle ticareti Kafkas halklarının gelişmesine zarar vermiştir. Sağlıklı insanlar esir edilip köle olarak dışarı satılırdı. Acımasızca çalıştırırlar, Katolik mezhebini, Hıristiyanlığı aşılamaya çalışırlardı. Bu sebeple çoğu zaman karşılarına dikilmişlerdir (Naroçnitskiy, 1988: 1/268).
Avrupa'nın Kafkasya politikası menfaat temeline oturuyordu. İnsan hak ve hürriyetleriyle ilgili kaygılar, bir avuç etkisiz hamiyetperver insanın görevi olarak kalmıştı.
7 Temmuz 1864'te Kafkasya'nın tamamıyla işgal edilişinden sonra Karl Marks şöyle yazıyordu: "Rusya'nın Kuzey Kafkasya halkına karşı uyguladığı zecri tedbirler ve Avrupa'nın ahmaklık derecesindeki ilgisizliği ve görmezlikten gelişi, Rusya'nın işini kolaylaştırıyordu. Polonya inkılabının boğulması ve Kuzey Kafkasya'nın işgali 1815'ten bu yana Avrupa için önem arz eden en büyük iki olaydır." (Kafkasya, 1973: 72).
İngiltere Rusya ile düşman olmak istemiyordu. Bir taraftan da ajanlarını göndererek Kafkasya ile ilişkilerini sürdürmeye çalışıyordu. Kafkasyalıların Ruslara karşı direnmeyi sürdürmelerini temin için, İngiltere'nin kendilerine yardım edeceği intibaını veriyorlardı. İngiltere ikili oynuyordu. 18 Mart 1848'de İngiliz parlamentosunda ilginç bir muhavere geçmişti: Parlamento üyesi M. Anstey, Savunma Bakanı Lort Palmerston'u şöyle suçlamıştı: 'Bu nedenle asil lordu, ülkemizle ticari ilişkilere girmeye ikna edilmiş, İngiltere müttefiki yapılmış Çerkesya'ya ihanet etmiş olmakla suçluyorum. Asil lort, Çerkesya'nın, dolayısıyla bizim ölümcül düşmanımız lehine İngiltere'ye ihanet etmiştir. İngiltere'nin güvenliğine, şerefine, ticaret haklarına bilinçli olarak ihanet etmiştir. Düşmanımız Rusya'nın Hint İmparatorluğumuz üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için işgal etmek ihtiyacında olduğu bağımsız bir ülkeyi, Çerkesya'yı, kendilerine bizzat kendi eliyle teslim etmiş olmakla suçluyorum... Sonuç olarak asil lordu, olaylar karşısında bilinçli bir sahtekârlık tutumu içinde bulunmuş olmakla, parlamentoyu ve onun devletini kasten ağır yanılgıya düşürmüş olmakla ve böylelikle de çok büyük ihanet cinayeti işlemiş olmakla suçluyorum.' (Alpaslan, 1977: 182-184).
Rusya gelişip dünya ticaretine etki eder hale gelmezden önce 17. asrın sonlarına dek Kafkasya ile İngiltere arasında önemli bir ticari münasebet vardı. İngiltere'ye ait son ticari seyahat 1781 yılında vuku buldu (Canbek, 1978: 61). Mr. Bell gibi tuz ve barut ağırlıklı şahsi ticaretini 1840'lara kadar sürdüren İngiliz vatandaşlarının mevcudiyetini ayrıca hatırlatmakta yarar vardır.
Kafkasya batı ile uzak doğu arasındaki ticaret yolunun en mühim bir köprüsü idi. Buraya hükmeden bu ticarete de hükmederdi. Hazar'dan geçip Hindistan'a giden ticaret yolunun İngiltere için büyük önemi vardı (Berzec, 1986: 48).
Emperyalist güçlerin yegâne ölçülerinin kendi menfaatleri olduğu, başkaca insani değer tanımadığı savı, İngiltere - Kafkasya ilişkilerinde bir kez daha doğrulanıyordu.
25 Mayıs 1856 yılında İngiltere Lortlar Kamarasında Lort Malmesbori şu gerçeği itiraf ediyordu: "Lortlarım! Adıgeleri büyük felâketler içerisinde kendi başlarına bıraktık. Halbuki biz onlardan yardım istemiştik. Ancak müsaadenizle şunu söyleyebilirim ki, onları, istediğimiz gibi, en büyük fedâkârlık ölçüleri ile kullandık." (Tuna, 1977: 131).
Almanlar, II. Dünya savaşı esnasında Kafkasya'nın önemli bir kesimini işgal etmişlerdi. Çok geçmeden geri püskürtülen Almanlara 'yardım ve yataklık' ettikleri gerekçesiyle Karaçay, Kabardey vd. bazı Kafkas halkları yanında 800.000 Çeçen, son derece zor şartlar altında Sibirya ve Orta Asya'ya sürülmüşlerdir. Hitler'in komuta ettiği Alman ordusu, Grozni ve Bakû petrollerine ulaşmak arzusuyla Mezdog bölgesine kadar gelmişlerdi. Halen 'Alman Gubğe' adıyla anılan kırsal alanda, esir alınarak açlıktan ölen Azerilerin toplu mezarları ile Alman silahları bulunmuştur. Bazı yer adları ve bugüne dek yok olmayan savaş izleri yanında her yıl dönümünde anma merasimlerinin düzenlendiği anıtlar ve 'şehitlikler' sebebiyle Alman işgali hatıralarda yaşamaya devam etmektedir.
Kafkasya - Avrupa münasebetleri konusunda telif edilmiş az sayıdaki müstakil eser yanında, Avrupalı seyyahların hatırat kitapları önemli kaynaklar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Batı tarafına kadar uzanamamış olmakla beraber Kafkasya bölgesinde nüfuz ve hakimiyet kurma mücadelesinde Rusya ve Osmanlı Devleti yanında ortaya çıkan üçüncü güçlü ülke İran'ın Kafkasya ile münasebetleri konusunda kayda değer çalışmaya rastlanamamıştır. Tahran'da bulunan 'Vesika Yayın Dairesi'nce 1994 yılında basılan eserde Kafkasya'dan ziyade Mavera-yı Kafkas ve Orta Asya ile belgeler bulunmaktadır (İsnâd, 1994: passim.).
Osmanlı Devleti, Rusya, ve İran başta olmak üzere Kafkasya'nın uluslararası ilişkileri konusunda eski ve yeni önemli Rusça eserler de bulunmaktadır. Özellikle SSCB döneminde yazılanların Rus yanlısı üslupları göz önünde tutularak mütalaa edilmeleri halinde istifadeden hali değildir (bkz. Ahmadov, 1988: passim.).